6
Ağustos 2015 Perşembe
Çağdaş Türk şiirinin en önemli dönüm
noktasında Nâzım Hikmet şiiri
duruyor bana göre. Divan edebiyatının etkisinden kurtulmaya çabalayan Türk
şiiri manzum-nesir çıkmazında boğuşurken Nâzım Hikmet, Rus şiirinin, daha çok
da Mayakovski ve Fütürizm akımının
etkisiyle yepyeni bir soluk olarak ortaya çıkar. Duru bir Türkçe’yle, halkın
içinden gelen bir sesle, komünist bir duyarlılıkla daha önce olmayan bir şeyi
Türk şiirine getirir. Hem şiire aşkı, özlemi, toplumcu bakış açısını
yerleştirir, hem de birçok yeni sözcüğü şiirine yedirir. Şiire yeni bir soluk
getirmeye çalışırken birçok farklı sıkıntıyla da baş etmek zorunda kalır.
Soruşturmalar peşini bırakmaz, kitapları yasaklanır, hapishaneye girer, büyük
bir aşkla sevdiği vatanından kaçmak zorunda kalır, karısından çocuğundan
uzaklaşır…
İşte bu sıkıntıların ortasında şiirden
de hiç vazgeçmez. Özellikle de bu sıkıntılı durumlar yaşanırken yazdığı
şiirlerdeki tat bambaşkadır bence. Bunların içinde de hapishanedeyken yazdığı Memleketimden İnsan Manzaraları adlı
kitabı yukarda saydığım tüm özellikleri içinde barındırması nedeniyle çok
önemli bir yere sahiptir.
Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinde
başlayan kitap bir tren yolculuğuyla devam edip onlarca farklı insan motifini
gözler önüne seriyor. Bir yandan insanların yaşamlarına odaklanırken bir yandan
da, İkinci Dünya Savaşı öncesi dönem başta olmak üzere, gündeme değiniyor. Yani
bir yandan insan manzaraları sunarken, bir yandan da dünyadaki yaşanan olaylara
tanıklık ediyor. Bunu yaparken de şiirin o en önemli özelliği olan ses ahengini
de korumayı başarıyor.
Tuna
BAŞAR
0 Yorumlar